Ülke yangın yerine dönmüşken… – Özlem Sagon

Bir süredir her güne sosyal medya platformlarında yakıcı alevler arasından kurtarılmış yavru ceylanların, karacaların yürek burkan videolarıyla başlıyoruz. Orman yangınları, Türkiye’nin kronikleşmekte olan en önemli problemlerinden biri haline geldi. Yangınlar özellikle son 6 yıldır her sene ivmesini arttırarak devam ederken, hektarlarca ormanlık alanın heba olmasına sebep olmakta. 

Bugünlerde ise Bursa, Karabük ve Kahramanmaraş başta olmak üzere, ülkenin pek çok bölgesinde küçük ve büyük çapta yangınlar çıktığını görmekteyiz. Toplumun büyük çoğunluğunun konuyla ilgili görüşü, devlet kurumlarının işlevlerini yerine getiremediği yönünde, hatta yangınların turizme rant alanları ya da enerji sektörüne maden sahaları açmak için bilinçli olarak çıkarıldığı inancı da bir hayli yaygın.

Devlet kurumları yangınları söndürmekte sınıfta kalmış olabilir, fakat bu mekanizma asıl işlevini kesintisiz biçimde yerine getiriyor; son orman yangınlarıyla ilgili eleştirel yorum yapan 21 yurttaş tutuklandı. Yangınları söndürmek konusunda muktedir olamayan siyasal iktidar; yine icraatla değil, baskı ve korkutma politikaları ile kendini toplumun gözünde muktedir konumuna getirmeye ve iktidarını pekiştirmeye çalışmakta. Burjuva devletinin ne olduğunu ve ne işe yaradığını anlamak için sosyalist, marksist-leninist gibi sıfatları haiz olmaya gerek yok. Gören gözler için burjuva devletinin jandarmasından yargısına kadar nasıl bir gayretle bir avuç insanın çıkarını gözettiği apaçık. Bu süreçte yangınları söndürmekle yükümlü olan devletin tabiri caizse işi gücü bırakarak asli görevini “kendini eleştirenleri kodese göndermek” olarak belirlemesi, toplumun gözünde devlet kavramının ve devletin asli amaçlarının sorgulanmasına sebep oluyor.

Yıllardır siyasal iktidar tarafından yoksulluğa mahkum edilen ve baskılanan, muhalefet tarafından ise “koyun” muamelesi gören halk, aslında her şeyin ve müsebbiplerin farkında. Hem de bu iktidara ve bu muhalefete rağmen! Çünkü görünen köy kılavuz istemiyor, memleket cayır cayır yanarken efendiler o ateşte keyif sigaralarını yakıyorlar!

Yangınların turizme rant alanları ya da enerji sektörüne maden sahaları açmak için bilinçli olarak çıkarıldığı iddiasına değinmek gerekirse, öncelikle belirtmekte fayda var ki, bu iddianın doğru olup olmadığını bir kenara bırakarak, toplum nezdinde devletin ne denli güvenilmez bir konumda olduğunu tahlil etmek önemlidir. Halkın bu güvensizliği, devleti ayakta tutan ayaklardan birkaçının çoktan kırıldığını göstermekte. Meseleyle ilgili olarak, Anayasa’nın 169. Maddesine göre, yanan orman alanları hiçbir koşulda imara açılamaz ve bu nedenle de söz konusu alanların yeniden ormanlaştırılması gerekiyor. BBC Türkçe’ye konuşan Orman Genel Müdürlüğü (OGM) Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü İsmail Hakkı Güney, ormanların yangından sonra çeşitli sebeplerle rant için imara açıldığı tartışmalarının ‘şehir efsanesi’ olduğunu söylüyor. Peki işyerlerinde, kahvehanelerde, okullarda, sokaklarda her gün duyduğumuz bu iddia gerçekten şehir efsanesi mi? Örneğin Bursa’nın Kestel ilçesinde başlayıp Gürsu ve Osmangazi’ye sıçrayan yangının olduğu bölgede maden ocakları bulunuyorken, yanan ormanlık alanın, 2024 yılında Yıldırım Belediyesi tarafından maden ocağı kurulması planlanan bölge olarak duyurulduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla bunun gibi birçok “rastlantı” orman yangınlarının bir avuç şirket sahibinin çıkarı için bilinçli olarak çıkarıldığının düşünülmesine sebep oluyor.

Yangınları söndürmek konusunda hızlı ve yeterli adımlar atılamadığı da çok açık. Basında yer alan haberlere göre, Türk Hava Kurumu (THK) bünyesinde 9 adet CL-215 model amfibik yangın söndürme uçağı bulunuyor. Yangın söndürmek amacıyla üretilmiş ve gelişmiş teknolojiye sahip bu uçaklar, piste ihtiyaç duymaksızın, çevresinde 1,5 km’lik bir alan bulunan her türlü su alanına inip tekrar havalanabiliyorlar. Orman Bakanlığı 36 yıldır orman yangınlarına karşı THK ile çalışmaktayken, nedense 2019’da Tarım ve Ormancılık Bakanlığı ihaleyi THK’ya vermediği için, o yıldan beri yangınlarda CL-215 model yangın söndürme uçakları kullanılamıyor. Üstüne üstlük, bu uçaklardan 8’i 23 Mayıs 2025 tarihinde satılığa çıkarılmış. Yani yangınlar başlamadan hemen önce 9 adet yangın söndürme uçağı bulunan bir ülkede, bu uçaklar kullanılamadığı için yangınlara etkili biçimde müdahale edilemiyor. Daha da korkunç olanı, yangınları söndürebilmek için her gün kendi imkanlarıyla su dolu bidonları taşımak zorunda kalan insanlar ölüyor. Sonuç olarak, o ihale hangi hesaplarla THK’ya verilmedi bilemiyoruz, tek bildiğimiz ucu bucağı olmayan bir umursamazlık… Ve her zamanki gibi yine “kader” gibi dini kavramlarla halkın haklı tepkisi ve taleplerinin bastırılmaya çalışılması…

İşin bir diğer yürek burkan tarafı ise yangınlarda hayatını kaybedenler. Geçtiğimiz günlerde Eskişehir’deki yangına müdahale esnasında hayatını kaybeden 5 orman işçisi ve 5 AKUT gönüllüsü doğru düzgün gündem dahi olmadı. Televizyon kanallarında birkaç saat konuya yer verildi, sosyal medyada biraz “şehit” ajitasyonu yapıldı, o kadar. Oysa böylesine korkunç bir katliamın peşine düşülmesi, sorumluların yargılanması, işçilerin yeterli donanım ve ekipmana sahip olmadan sahaya çıkarılmamasının sağlanması gerekirdi. Türkiye’deki yangınlara yardım etmek için gelen Azerbaycan ekipleri, alev dayanımlı kıyafetler giyip konum takibi yapabilen cihazlar takıyorlar, nabız ve oksijen seviyesi gibi hayati parametreler yönünden anlık olarak izleniyorlar. Türkiyeli işçiler ise sadece ‘Orman’ yazılı fosforlu yelek giyerek çalışma yürütüyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, kamu görevlisi konumundaki bu insanlara ihtiyaç duydukları ekipman ve donanımı sağlayamaz mı? İsterse sağlayabilir elbette! Ama bu ülkede emekçilerin canı birkaç bin liralık ekipmandan daha değersiz görülüyor.

Eskişehir yangınında hayatını kaybeden orman işçisi Eyüp Dereli’nin yakın bir süre önce maaş zammı beklentisine dair sendika yetkilisine attığı mesaj, kamu emekçilerinin yangın gibi afet günlerinde günlük 53 TL tazminatla çalıştırılması gibi detaylar, emekçiye dayatılan sefalet ücretlerini en çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. Emekçiye yaşarken hakkını vermeyenler, emekçiyi birkaç bin lira karşılığında koruyabilecek ekipmanları satın almayıp onların canını ekipmandan dahi değersiz görüp alevlerin arasında cayır cayır yanmaya gönderenler, katliamdan sonra “şehit” ajitasyonu yaparak suçlarını örtbas etmeye çalışıyorlar. Ancak giderek tiksindirici boyutlara varan bu “vatan millet sakarya” edebiyatını, kimse yemiyor artık, tıka basa doyduk!

Ekolojik yıkım yalnızca yangınlarla sınırlı değil. Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi istatistiklerine göre, 2012-2022 döneminde orman arazilerinde toplam 109.884 hektar maden izni verildi. İlginç biçimde maden izni verilen alanların büyüklüğü, orman yangınlarının heba ettiği ormanlık alanlarla hemen hemen aynı miktarda. Bu bölgelerde maden açılması, bölgedeki ekosistemin tamamen yok edilmesi demek. Buna rağmen, yangın görmüş bölgelerde bile tahsisler devam ediyor. Yangınlarla aynı tahribatı yaratan bu izinler ise yangınlar kadar gündem edilmiyor.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de yangınları PKK’nin çıkardığına dair iddialar, çeşitli provokatif sosyal medya hesapları ve gruplar tarafından kamuoyuna yayıldı. Toplumun büyük kısmının artık bu uydurma iddialara inanmaması sevindirici olsa da inananların sayısı da pek az sayılmaz. Bu kesimin de artık komik hale gelen bu iddialara inanmasına şaşırmıyoruz, çünkü halen her kötülüğün müsebbibi olarak Kürtleri gören bir kesim olduğunu biliyoruz. Ekonomik kriz, yangın ve daha bir yığın problemin kaynağı da Kürtler ya da sığınmacılar ve göçmenler bu kesimler için. Sonuçta halkları ezen ve sömüren egemenler, onların gerçek sorunları ve sorumluları tespit edebilme kabiliyetini kazanmalarına engel oluyor. Gerçek sorumlular ise, aslında olmayan sahte düşmanlar yaratarak kendilerini kurtarırken, toplumun gerçekleri algılayabilmesinin ve politikaya yön verebilmesinin önüne geçilmiş oluyor.