24 Ekim günü sabah saatlerinde başlatılan bir “casusluk” soruşturması kapsamında, İBB personeli 15 kişi ve TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ gözaltına alındı. TMŞ, sabah saatlerinde eş zamanlı olarak TELE1 binasına baskın yaparken, akşam saatlerinde kanalın yönetimine de faşist iktidarın sabıkalı medya farelerinden İbrahim Paşalı kayyum olarak atandı. Savcılık, “2019 yerel seçimlerinde yabancı istihbarat servisleriyle iş birliği içinde manipülasyon faaliyetleri yürütüldüğü” ve bu kapsamda “casusluk suçunun işlendiğini” iddia ediyormuş. Başlatılan soruşturmada İmamoğlu’nun ve seçim kampanyası direktörü Necati Özkan’ın da adları geçiyormuş ve savcı dosyayı “Ekrem İmamoğlu çıkar amaçlı suç örgütü” kapsamında hazırlamış. Onlar da sorgulanacakmış.
Medyaya yansıyan bilgilere göre, savcılık hazırladığı dosyayı 4 Temmuz’da “casusluk” suçlamasıyla tutuklanan Hüseyin Gün üzerinden kurgulamış. Dosyada, “2019 seçimlerinde Hüseyin Gün ile Necati Özkan’ın iş birliği yaparak seçmenlere ait gizli bilgileri yabancı istihbarat servisleriyle paylaştığı” ve “Merdan Yanardağ’ın da Hüseyin Gün ile çok sayıda yazışma ve iletişim kaydı bulunduğu” iddia ediliyormuş. Ayrıca, operasyonun ikinci ayağı olarak gerçekleşen İBB gözaltılarının gerekçesi de, “İstanbul Senin” ve “İBB Hanem” adlı uygulamalarından “4,7 milyon kullanıcının kişisel verilerinin iki yabancı ülkeye sızdırıldığı, 3,7 milyon kullanıcının bilgilerinin ise dark web üzerinden satışa çıkarıldığı” olarak konulmuş. Aynı şekilde, “İBB Hanem” uygulamasından “11 milyon kişinin sandık verilerinin dışarı sızdırıldığı” da iddia edilmiş.
Olay akışını gösterebilmek için bunları yazdık ama ipi kimin elindeyse onun dediğini yapan savcılığın, ne dediğinin, ne iddia ettiğinin bir önemi yok açıkçası. Bugünkü Türkiye koşullarında yapılan herhangi bir soruşturmanın veya operasyonun hukuki anlamda ne ifade ettiğinin bir önemi de yok. Önemli olan, bu yeni başlatılan operasyonun, siyasal olarak ne ifade ettiği ve neyin amaçlandığı…
Öncelikle söylemek gerekiyor ki, 1 Ekim 2024’ten bu yana, birçok şeyin yanı sıra, siyasetin ve toplumsal yaşamın tekleştirilmesi için faşist bir saldırı halinde olan iktidarın bu hamlesi, yürütmekte olduğu saldırı programıyla oldukça uyumlu. 19 Mart ve 2 Eylül’de (CHP İstanbul’a kayyum girişimi) gelişen direnç sonucunda, yolsuzluk ve hile dalaveresi tutmayıp “mutlak butlan” taktiği boşa düşünce istediğini alamayan iktidar, bu operasyonla birlikte yeni bir taktiğe geçiş yapmış oldu aslında. “Casusluk” üzerinden yüksek hapis cezaları çıkartmak, muhalefetin kitleler nezdinde “meşruiyetini” zedelemek, İmamoğlu’nun adaylığını engellemek ve “terör” kapsamında sayılacak olan bu dosyayla İBB’ye kayyum atamak niyetindeler. Amaç aynı: Karşı cepheyi dağıtıp, faşist iktidara yönelik gelişen kitlesel itirazı susturabilmek ve CHP’yi asla hükümet olamayacak yerli-milli bir muhalefet olarak dizayn edebilmek.
İktidarın programını uygulayabilmesini mümkün kılacak, formaliteden seçimli veya seçimsiz bir Türkiye’nin yaratılması, 19 Mart ve 2 Eylül boşa düştüğü için şu an böyle bir taktiğin uygulanmasına ihtiyaç duyuyor. Öyle ki, önlerine gelen anket sonuçları ve sokağın nabzı belli; toplumsal rıza üretemiyorlar. Ellerinde baskı-terör, komplo ve hileden başka silah yok. Bir kurtlar sofrasının tam ortasındalar ve ayakları bir sendelese meze olacak durumdalar. O yüzden sosyal-liberal sayılabilecek bir CHP muhalefetine bile tahammül edemiyorlar. Beyaz Saray’da ezile-büzüle, zararına aldıkları emperyalist desteği (“meşruiyeti”) daha da fazla saldırabilmek için tepe tepe kullanıyorlar!
Tüm bunları yaparken riyakarlıktan da asla tasarruf etmiyorlar: Milyonlarca insanın kimlik ve özel bilgilerini çetelere çaldıran ve internette parayla satılmasının mesulü olan kifayetsiz bir iktidar olmalarına rağmen, mesnetsiz bir şekilde muhalefeti “casusluk” ve “veri sızdırmakla” suçluyorlar. Üstelik casus denen Hüseyin Gün’e vakti zamanında ödül verenler yapıyor bu “casusluk” operasyonunu!
Bu noktada TELE1 ve Merdan Yanardağ’ın bu operasyona dahil edilmesinin de ayrıca önemli olduğunu söylemeliyiz tabii. TELE1 ve Yanardağ’ın diğer muhalif kanallara ve gazetecilere göre daha solda olan konumu ve şu an yürüyen müzakere sürecine iktidarın haz etmeyeceği bir şekilde yaklaşıyor olması kuşkusuz olarak bu dahiliyetin en büyük gerekçesi. Daha önce uygulamaya almak istedikleri ama alamadıkları “etki ajanlığı” kanunuyla tüm muhalif basına yapmak istedikleri şeyin, farklı bir bağlamda geliştirilen bir ilk-örneği aslında bu.
İktidarın el yükselterek uygulamaya aldığı bu taktiğin daha genel olarak ne anlama geldiği ise açık: Tüm toplumu, tüm siyaseti, tüm medyayı tek bir kalıbın içinde, iktidarın arkasında hizalamayı hedefliyorlar! “Eğer hizalanmazsanız ve Türkiye’de iktidarın varlığını az ya da çok tehdit eden bir muhalifseniz, özgürlüğünüze, malınıza, mülkünüze, diplomanıza, hatta çalıştığınız kurumlara bile gerekçesiz biçimde” çökeriz diyorlar!
Aslında bu, genel olarak son 40 senedir, özel olarak ise son 10 senedir Kuzey Kürdistan’da uygulanan iç sömürge hukukunun artık tüm ülke için uygulanıyor olmasından başka bir şey değil. Bugün Kürt hareketi ile bir “müzakere süreci” yürüten iktidar, namlusunu batıya doğru çevirmiş durumda. Ancak İstanbul’da faşizmin yükseldiği bir gerçeklikte, Amed’de “demokrasi”nin ne kadar mümkün olacağı muallak!
Çok sarih olarak bir yol ayrımındayız. İktidarın saldırı taktikleri ve saldırdığı hedefler değişse de dümeni kendini kalıcılaştıracağı topkeyekûn bir faşizme doğru kırmış durumda. Önlerine güçlü bir direnç noktası konulmadığı sürece de durmak gibi bir niyetleri yok. O yüzden bu iktidara karşı olan herkesin buna göre mücadele etmesi gerekiyor. Çünkü tarihten biliyoruz ki bugün yükselen faşizmin telafisi yarın yok!
Tüm bu saldırıların karşısında bir direnç noktası oluşturabilecek olan da ancak ve ancak halkın isyanı ve anti-faşist mücadelesi olabilir. Devrimciler, yarın dizlerini dövmek istemiyorlarsa, halk itirazını bir isyana ve anti-faşist mücadeleye çevirmek için, ayrı ve bağımsız bir kanal üzerinden sokakta fiili-meşru mücadeleyi büyütmeyi unutmadan, CHP’ye ve muhalefete yönelik yapılan faşist saldırıların karşısında konum almak zorundadır. Mesele, sınıfsal karakterinin ne olduğu çok bariz olan sosyal-liberal CHP’yi savunma meselesi değildir. Mesele, bir halkın ve devrimin geleceği meselesidir. Çünkü faşizmi yıkacak bir yol bugün için ancak buradan doğru inşa edilebilir!
