DEM Parti, “Rojava devriminin başlangıcı” olarak anılan 19 Temmuz’da bir açıklama yayımladı ve açıklamaya yönelik tepkiler üzerine de herhangi bir gerekçe göstermeden ve yeni bir açıklama da yapmadan bu açıklamayı sosyal medya hesaplarından kaldırdı.
Öncelikle belirtmek gerekir ki DEM Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) adına yapılan bu açıklama, yalnızca yurtsever hareketi değil, DEM içinde “bileşen” olarak yer alan sosyalist yapıları da bağlayan bir açıklamadır ve izahı mümkün olmadığı gibi, geri çekildiği için de artık “yanlıştan dönmüşler, özeleştirel bir tutumla yaklaştıkları için sağ olsunlar” diyerek unutacağımız bir durum da değildir. DEM açıklamasından sonra, açıklamayı haklı olarak eleştirenlere karşı sosyal medyada yürütülen ve başını liberal, milliyetçi Kürt kesimlerin çektiği seviyesiz, had bildiren, hakaret edip tehdit eden söylemler de dikkate alındığında, bu tartışmalara yol açtığı için de DEM ayrıca sorumludur.
Rojava’ya ilişkin olarak yıllardır HDP ve DEM parti tarafından yapılan açıklamalarda, IŞİD’e karşı verilen mücadeleye vurgu yapılırken, bu yıl yapılan açıklamada IŞİD’in hiç anılmaması elbette ki içinde bulunduğumuz “süreç” nedeniyle dikkat çekici bir mevzu olmuştur. Çok uzağa gitmeye gerek yok, daha geçen yıl 19 Temmuz’da DEM MYK’sı tarafından yapılan ve “IŞİD barbarlığına, IŞİD eliyle Ortadoğu ve dünyaya hakim kılınmak istenen karanlığa ve zulme karşı amansız bir mücadele verip büyük bedeller ödeyenlere, insanlık onurunu kurtaranlara selam olsun” diye başlayan kısa metinde, tam 13 kez IŞİD’in adı anılıyorken, bu yıl aynı partinin IŞİD’in adını hiç ama hiç geçirmemiş olması, üstelik de IŞİD’in yerine “Esad diktatörlüğü”nü yerleştirmiş olması, elbette ki üzerinde çokça düşünülecek bir konudur.
Nihayetinde DEM parti, gelen yoğun tepkiler nedeniyle, bu söylem değişikliğinin açıklamasını yapabilecek durumda olmadığı için olsa gerek, açıklamayı silmek zorunda kalmıştır. Ancak açıklamayı silmek elbette ki yetmiyor ve herkes haklı olarak soruyor: Ne oldu da eski açıklamalarda adı dahi anılmayan Esad, bütün kötülüklerin kaynağı olarak gösterilmeye başlandı ve eski açıklamalarda IŞİD’e karşı verildiği söylenen büyük mücadeleler “Esad diktatörlüğüne” karşı verilmiş olarak gösterilerek, tek bir cümleyi bırakalım tek bir kelimeyle dahi olsa IŞİD’in adı anılmaz oldu.
Kimse Esad döneminde “demokratik bir rejim” olduğunu iddia etmiyor ama Esad yönetimi ve ordu güçleri mi Kobani’ye saldırdı da “Esad diktatörlüğüne karşı Kobanî’den başlayan ve kısa sürede tüm Kuzey ve Doğu Suriye’ye yayılan mücadele”den bahsediliyor? Bu durum daha düne kadar bütün açıklamalarda “halkların savaştığı karanlık bir güç” olarak anılan IŞİD bugün Suriye’yi yönetiyor diye, onun işlediği suçları aklamak ve unutturmak olarak anlaşılmayacak mıdır?
Şüphesiz ki bütün bunlar, basit bir ifade ediş sorunu olmayıp büyük bir çarpıtmadır ve siyaseten de ahlaken de gerçeklerin bu kadar ters yüz edilmesini kabul etmek mümkün değildir. Sormak isteriz; DEM Parti, bundan sonraki süreçte bu ülkede yaşayan halkların toplumsal belleğine, tarih bilincine böyle mi katkı sunacaktır? Sürekli biçimde “hakikatin peşindeyiz” söylemini dile getirenler, gerçeklikten kopuk olmanın ötesinde, gerçeğe aykırı söylemlerle ördükleri bir siyaset anlayışıyla mı halkı kazanacaklar?
IŞiD’e karşı mücadele ve Rojava devrimi
Toplumsal devrimler, iktidar değişiklikleri, bağımsızlık ilanı, özyönetim, otonomi, komünal yaşama geçiş vb. değişimler belli bir yıldönümüne denk gelecek biçimde anılsalar da tek bir günle sınırlı olabilecek biçimde ele alınamayacak bir tarihselliğe sahiptirler. Bu bağlamda Rojava’da yaşanan ve adına “devrim” hatta “kadın devrimi” denilen süreç de 2012 yılında Kobani Halk Meclisi’nin Kürt, Arap, Süryani, Çerkes, Ermeni ve Türkmen’leri içine alarak demokratik bir iradeyle kentin yönetimini üstlenmesiyle başlamış, ancak “Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi” olarak genişleyen bölgenin kuruluşu ve yaşatılması uzun yıllara yayılmıştır.
Elbette ki başlangıç olarak ele alınan 2012 yılı, Suriye’deki iç savaş sürecine denk geldiği için Kürtler Esad yönetimiyle geçmişten bu yana süregelen ayrımcı politikalar nedeniyle gerilimler ve kısa süreli çatışmalar yaşamıştır. Ancak bu dönemde Kürtler iç savaşın bir tarafı olmak yerine, “üçüncü yol” olarak adlandırdıkları denge politikası gereğince, zaten ordusunu Kobani’den Şam’a doğru çeken Esad yönetimini hedef alan bir girişimde bulunmayıp Rojava’nın geleceğini güvence altına almaya çalışmışlardır. Herkesin bildiği gibi 2014-2015 yıllarında, Kobani kuşatması sırasında, YPG öncülüğünde gerçekleşen büyük direniş, Esad yönetimine ve Suriye ordusuna karşı değil, bu dünyanın gördüğü en vahşi paramiliter çete yapılanması olan IŞİD’e karşı verilen büyük mücadeleler sonucu kazanılmıştır.
IŞİD’in Türkiye’nin de desteklediği bir taşeron örgüt olarak uluslararası güçler tarafından Ortadoğu’ya sürülmesi ve bölgeyi kan gölüne çevirmesi karşısında, 2015 yılında Kürtlerin, Arapların, Çerkeslerin, Ermenilerin içinde yer aldığı SDG kurulmuş ve IŞİD’le mücadele aralıksız biçimde, yıllarca devam etmiştir. Dolayısıyla yalnızca Kürtler için değil, Ortadoğu’da yaşayan bütün halkların güvenliği için IŞİD’e karşı verilen mücadele, aynı zamanda bu cihadist selefi örgütü destekleyen TC’nin işgal ordusu ile eski adıyla Özgür Suriye Ordusu, şimdiki adıyla SMO olarak bilinen güçlere karşı da yürütülmüştür.
Gerçekler bu kadar açık bir biçimde ortadayken ve bütün bu kanlı süreç boyunca yürütülen mücadelede, 13.000’in üzerinde gerillanın yaşamını yitirdiği ve binlerce savaşçının yaralandığı biliniyorken, onlara ve IŞİD’e karşı savaşmak için Kobani’ye giden Türkiyeli devrimci örgütlerden savaşçılara ve enternasyonal dayanışma için dünyanın dört bir yanından gelen devrimcilere saygının bir gereği olarak da özenli bir dil kullanmak gerekmez miydi?
DEM Parti’nin söylem ve eylemlerindeki değişim
Aslında bu açıklama, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile başlayıp yürütülen yeni paradigmaya bağlı süreçle ilgili olarak geliştirilen “sorunlu” söylemlerin devamı niteliğindedir ve bu yanıyla da kabul edilemezdir.
DEM Parti, Bahçeli’nin el uzatmasından sonra AKP-MHP iktidarıyla yürüttüğü müzakere sürecine halel gelmesin diye, uzunca bir süredir pratik politikaya ilişkin yönelimlerini gözle görünür biçimde değiştirdi. Hatta bu DEM’le sınırlı olmayacak biçimde HDK ve diğer siyasi yapı ve kurumları da etkisi altına alarak eylem ve söylemlerde bir geri çekilme eğilimine ve pratiğine dönüştü. Öyle ki DEM’li yöneticiler STK’larla, hukuk ve insan hakları örgütleriyle ilişkilerinde bile “sürecin hassasiyeti”ne vurgu yaparak daha “incelikli” politikalar yürütmeye başladılar. Devletle yürütülen diyalog-müzakere sürecinin aynı zamanda bir mücadele süreci olduğunu göremeyen parti yöneticileri, her şeyi alttan alarak ve olabildiğince “uyumlu” bir politik hatta ilerleyerek olumlu bir sonuca varabileceklerini düşünüyorlar.
Bu nedenledir ki sömürüyü azgınlaştıran ekonomi politikalarına, yağma ve talana sessiz kalındığı gibi, iktidarın zulmüne isyan eden kesimlere yönelik saldırganlığa, baskı ve şiddet politikalarına da gereken tepki gösterilmiyor, CHP’ye yönelik operasyonlara karşı kitlesel nitelikteki sokak eylemlerinden ısrarla uzak durularak, iktidarı zora sokacak girişimlerde bulunulmayacağı mesajı veriliyor. Yine bu nedenle örgütün feshedilmesi, silahların bırakılması gibi önemli adımlar atılmış olmasına rağmen, hala sürecin iktidar tarafından “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılmasına karşı çıkmıyor, “şartsız, koşulsuz” biçimde yürütüldüğünü ısrarla vurguladıkları süreçte zinhar bir şey talep edilmediğini ve edilmeyeceğini belirtiyorlar.
Aynı şekilde, halklara umut vadeden iyimserlikleri Suriye için de geçerli olup; burada emperyalist güçler tarafından iktidara getirilen HTŞ’nin eski IŞİD olduğunu ve liderleri Colani’ye Suriye iç savaşında Nusra’yı kurduranların onu da yıllarca eğiterek bugünlere hazırladığını unutuyorlar. Yeni dünya düzeninin efendilerinin kurduğu bu karanlık işleyişte, Kürtler başta olmak üzere bütün etnik, dinsel aidiyetleri yok sayarak, cihatçı selefi örgütlere kendisini devlet başkanı olarak seçtiren Colani’nin, bugün yine emrindeki güçlerin isteğiyle ademi merkeziyetçi yapıyı reddettiğini de görmek istemiyorlar.
Suriye’ye çöken bu katil sürüsünün ilk iş olarak meclisi lağvedip, anayasayı ortadan kaldırdığı, bütün siyasi partileri, sendikaları, dernekleri, gazeteleri kapatıp, eğitim sisteminden başlayarak tüm devlet mekanizmasını IŞİD zihniyetine boğduğu bir ortamda “Özgür ve Demokratik Suriye” nasıl kurulabilir sorusunu da sormak istemiyorlar. Tam da bu cihadist selefi yapıyı iktidara taşıyanların amaçladığı biçimde Suriye’yi kanlı bir coğrafyaya dönüştürerek, Alevilere, Dürzilere yönelik katliamları gerçekleştirdikleri bir dönemde olabildiğince “itinalı” bir dil kullanılarak yapılan bu açıklamayı nasıl yorumlayabiliriz?
Elif Ateş