19 Mart bağlamında Gezinin paradigması bize bir değil, bir kaç Gezi lazım der. Bu ifade, 2023 yılında yazmış olduğum ancak bir türlü yayınlayamadığım “Gezi” romanından alınmıştır. Burada kastedilen, isyanın ve ayaklanmanın hem deneyim anlamında öğretici hem de düşünsel yönüne işaret etmektir. Aradan 12 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ Gezi’yi konuşuyor ve yazıyoruz. Çünkü Gezi, cumhuriyet tarihimizin bir ilki; yarattığı etki, oynadığı roller ve barındırdığı çok renkli, çeşitli dinamiklerle hafızalarda tazeliğini koruyan; ön açan, yol gösteren bir deneyimdir.
Gezi, devrimleri sadece kitaplardan öğrenmişliğimizi çıplak biçimde yüzümüze çarpmış, bir nevi öngünlü devrimimizin prototipi olmuştur. Bu yüzden, “Devrim göz kırptı” veya “Bu gelen devrimin ayak sesi” gibi tabirler zamanın ruhuna uygun bir anlatının yanı sıra o günlerde yaşananlara duyulan özdeşleşmenin ifadesidir. Mücadelenin kitlelerle buluşması, kitlelerin mücadele içindeki değişimi ve ürettiği sonuçlar, Gezi’yi milatlaştırmıştır. Yeni başlangıçlar, yeni pencereler, yeni patikalar, yeni perspektifler açmıştır.
Ancak, herkesin bildiği, dillendirdiği bu olanakları ne kadar anlamlandırdık, ne kadarını yerine getirdik sorusu, Gezi’nin sene-i devrisiyle bir kez daha gündemimizi meşgul etmektedir. Üstelik bu, öyle böyle değil; büyük bir isyanın, direnişin ekseniyle çakışarak, “bize bir değil bir kaç Gezi lazım” sözünü aşan bir süreç içinde olduğumuzu gösteriyor. Geçmişe göre her şey çok hızlı gelişiyor; bu hız her açıdan geçerlidir. Gezi’de deneyimlediklerimizi bir kez daha yaşıyoruz, fakat fark şudur ki; sürecin hızına yetişmek, hatta önüne geçmek için, biz de o hıza erişmek ve bu gücü örgütlemek zorundayız.
Daha önce “Gezi benzeri isyan ve ayaklanmalar 50-100 yılda bir yaşanır” denilirken, şimdi çok kısa zaman aralıklarında sığdırılacak bir döneme giriyoruz. Bu isyan dalgaları, kuşkusuz kaotik koşulların vesilesiyle, süreçlerin birbirini tetiklediği ve her kırılmanın yeni kırılmalar doğurduğu bir dönemin enerjisidir. Açığa çıkan bu enerjiyi yönetebildiğimiz oranda, yaşadıklarımızdan öğrenir, öğretir ve dersler çıkarırız.
Gezi ile 19 Mart’ın Buluşması: Mücadele Taktikleri ve Örgütlenmede Yeni Ufuklar
Gezi ve 19 Mart’ın bileşkesi, yeni mücadele yöntemleri ve araçları yaratan, geliştirenlerin önünü açıyor. Bu iki büyük isyanın ilişkilenmeleri ve örgütlenmelerin bıraktığı ilk intiba ve iz, dönemin karakteristiği olarak öne çıkıyor. Özellikle gençliğin bu eksende ısrar edeceği kesindir. Nereden mi biliyoruz? Gezi ve 19 Mart karşılaştırmaları sırasında ortaya çıkan benzeştirme, öykünme arayışlarından.
“Değişimin sırrı, eskiyle cebelleşmek değil; yeniyi yaratmak için ayağa kalkmaktır” diyen Dan Milland’ın sözü, bize ilklere duyulan hayranlığın, bizim topraklarımızda çoğu zaman bir “sır” gibi saklanarak ilkesellik adı altında dogmatizme dönüştüğünü hatırlatıyor. Maalesef, hâlâ bu dogmatizmle meşgulüz. Oysa aşamadığımız şey, bizi aşar.
Paradigmanın kendini dayatması, öznelciliğin zayıflığıyla çarpışırken, nesnelliğin paradigması da hiç olmadığı kadar sürece damgasını vuruyor. Bu iki unsurun çakışması, esasen öznelciliğe bağlıdır. Dün öznelciliğin esiri idik, bugün ise bu yerini nesnelciliğe bırakmıştır. Nesnelciliği öznelcilikten kurtarma, ayrıştırma çabaları; birleşik mücadelemiz ve direnişler üzerinden yürütülüyor.-
“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” Gezi’nin en önemli anekdotlarından biridir. Ancak hatırlatılması gereken o kadar çok şey var ki, bunlar bugün bile elimizi kolumuzu bağlıyor. Yapıp edemediklerimiz bağlamında sınanışımız bitmiyor; Gezi’nin atlanılmaz eşiklerinden biri de budur.
Komün olarak paradigmasal değişikliğe atfettiğimiz anlam, kendimizi gerçekleştirme koşullarının her zamankinden daha elverişli olduğunu gösteriyor. Örgütsel gelişimi bütün yönleriyle yeni yapılanmanın emrine sunmak, bunun kaçınılmaz sonucudur. Hiç vakit kaybetmeden bu noktaya odaklanmalı; politik hedeflerimizi ve yönelimlerimizi gündelik hayatın merkezine yerleştirmeliyiz.
Devrimi güncel kılmanın, devrim yapma perspektifinden geçtiğini unutmamalıyız. Ayaklanma ve isyan günlerinin o sarsıcı anlarına sığdırdıklarımız; örgütlediğimiz güçlerin geri dönüşümü, bizi anlamlı ve devrimci kılan unsurdur. Örgüt-örgütlenme-örgütleyebilme yeteneğinin geliştirilmesi, devrim bilincimizin düzeyini ve gücümüzü gösterir. Hem Gezi hem de 19 Mart’ın isyancı damarları, bu gerçeğin ifşasından kaçınmaz.
Yüklenmemiz gereken eşikler, Haziran ayaklanmasından arta kalanlar gibi; gelecek isyanlarımız neden aynı kaderi paylaşsın? Bunu dert edinmek zorundayız. Ayrıca bugün düne göre çok daha avantajlıyız; moral üstünlüğünü ele geçirmiş bulunuyoruz. Direnişin alacağı biçimler ve yeni dinamiklerin harekete geçişini beklemeden, en ufak kıpırdamalarla buluşabileceğimiz güveni ve inancını taşımalıyız. İsyanın değiştirici, dönüştürücü gücünü hayatın her alanına taşıyarak kolektifi çekim merkezine çevirebiliriz.
19 Mart’ın Gezi’si, bu bileşkedir. Herkesin hemfikir olduğu ama bir türlü bu bileşkeyi bir araya getiremediği bu gerçek, kabul edilemez bir durumdur. Bunu çözmek zorundayız. Demek ki yoğun pratiğin içinde olmak tek başına yeterli değil. Dar pratikçilikten uzaklaşarak, kitle hareketleriyle gerçek, derin ilişkiler kurmak gerekiyor. Bu pratik deneyim, amaçlar ve hedefler arasındaki ilişki; mücadelemizin nasıl sürdürüleceğinin yolunu açacak ve bize kılavuzluk edecektir. Direnişin hem özel hem de genel bilançosunu çıkarmayı geciktirmeksizin öne almalıyız.
Yeni Bir Mücadele Evresinin Eşiğinde
Gezi ve 19 Mart’ın izdüşümleri, yeni bir evreye doğru gidişin paradigmasını derinleştirirken, aynı zamanda çok daha zorlu bir sürece hazırlanmamızı da beraberinde getiriyor. Kaotik koşulların yarattığı ortamda, her an neyle karşılaşacağımızı kestirmek zor; çünkü o kadar çok etken var ki, hem birbiriyle ilişkilendirilebiliyor hem de kopuşmayı göze alabiliyor. Belirsizliğin belirsizliği derinleştikçe, daralmalar, kaymalar, kopuşlar ortaya çıkıyor. Gündelik çıkarlar ve kazanımlar, yönetişim biçimini belirliyor ve istisnasız herkesi etkiliyor.
Hal böyle olunca, isyanların ve direnişlerin çizgileşmesi zorunlu hale geliyor. Bu çizgi, devrimci pratiğimizin olmazsa olmazıdır. Gezi’den 19 Mart’a uzanan bu yolda, geçmişten aldığımız güç ve deneyimle, geleceğe daha kararlı, daha örgütlü ve daha bilinçli yürümek; devrimin sürekliliği ve başarısı için bir zorunluluktur.
Çünkü devrim, sadece bir anın patlaması değil, sürekli yaratılan, yeniden örülen, emekle ve mücadeleyle büyütülen bir süreçtir. Bu sürecin en güçlü dinamiği ise bizim birleşik, örgütlü ve kararlı duruşumuzdur.
Yüksel Yiğitdoğan