19 Mart Direnişinin Cüretiyle 1 Mayıs’a, Taksim’e – Bedreddin Rasih

19 Mart direnişinin yarattığı yeni bir zamansallığın ve eşiğin içindeyiz. Böylesi tarihsel bir “şimdi”de attığımız her adım, her eyleyişimiz ve üstlendiğimiz her sorumluluk daha da keskinleşiyor. Mart direnişi; tarihin açık uçlu zamanlarına bir kapı aralamış, mücadeleyi yeni tarihsel dönüm noktalarına yerleştirmiştir. Kitle hareketi ve her pratiğimiz, çatallanan yollar ve sıçramalı koşullar içinde ilerliyor.

19 Mart direnişi, eski toplumun uzun süren çöküşünün yarattığı boşluklarda filizlenen ama her şeyden önce yükselen yeni bir toplumun doğuşunun patladığı andır. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan, görünürde umudu olmayan, yaşamları ıskartaya çıkarılan, her an ölümle ve açlıkla burun buruna gelen, intihara sürüklenen, faşizm ve sermaye tarafından lanetlenenlerin; “bir an parlayıp” direniş ateşini tutuşturduğu bir zamanı isyana çevirdiği andır. Bu canlı öfke ve irade; görmezden gelinemeyecek, direnilemeyecek bir zorunluluk haline gelerek patlamıştır. Aynı zamanda bu öfke; hayal kırıklıklarının, alçalmanın, utancın, işlevsizlik duygusunun, umutsuzluğun bataklığında debelenen ve hiçleştirilen yaşamların öfkesidir. “İktidarın zamanını alt üst edebilir, barikatını yıkabilir ve kendi kaderimizi kendi ellerimize alabiliriz”in mümkününü ortaya koymuştur. Barikatları aşan, yolu açan iradenin gücü de buradan geliyor.

19 Mart direnişi; kitlelerin ve devrimci hareketin içinde bulunduğu bir durumdan, daha önce hayal bile edilemeyen bir başka duruma geçiren bir kırılma noktası oldu. Bu olay, hem bir direniş hem de yaratma eylemidir. İktidara karşı bu direniş; çoklu devrimci imkan ve olanaklara, olasılıklara  bağlanan bir süreci açığa çıkarmıştır. Aynı zamanda kitlelerin cüret edebilme, kolektif eyleyebilme ve anti-faşist birleşik bir mücadele hattında buluşma ihtiyacını tetiklemiştir. Mart direnişi; mevcut normlardan, düzen içi siyaset ve hareketten kopuşa mahal vermesiyle de devrimci bir sıçrayışın zeminini oluşturmaktadır. Zamanın iktidar tarafından belirlenen akışına, müdahalelerine ve yerleşik düzen içi anlayışa ‘yeter’ denilerek yapılan, kabuğu çatlatan bir müdahaledir.  Bu müdahale ve faşist devletin zamansallığını parçalama dinamiği; devrimci hareketin mücadele yaklaşımını, eyleme kapasitesini, öngörülerini, ezberlerini bozan ve yeniden yapılandıran bir ilişki kurmanın zeminini oluşturmuştur.

Kitlelerde en keskin biçimde yükselen ve biriken öfke, bugün tam karşımızda ve her yeri kuşatıyor. Hareketlilik, yerleşik düzenden bir kopuş dinamiği anlamında inkar edilemez bir şekilde yeni devrimci sorumluluklar ve görevler ortaya çıkarmıştır.

AKP-MHP iktidarı, on yıldır kendi egemen zamanını kitlelere mutlak bir biçimde dayatmak ve hakim kılmak istedi. Faşist kurumsallaşmayı tamamlayabilmek adına, sürekli şok doktrinini işleterek Türkiye-Kürdistan halklarını sindirmeye ve etkisiz kılmaya çabaladı, çabalıyor. Toplumsal yaşamın tamamen sömürgeleştirilmesi ve tahakküm altına alınması hedefiyle ilerleyen faşist iktidarın bu zamanına müdahale edemediğimizde; iktidarın yönelmiş ve yöneleceği şoklar karşısında şekillenmeye, müdahaleye açık duruma geleceğimiz açıktır. Faşist iktidara kurumsallaşmasını tamamlayabilecek zaman ve fırsatı vermeme, onun şok doktriniyle kitleleri sersemletmesine izin vermeme sorumluluğu önümüzde durmaktadır.

AKP-MHP iktidarı; ‘şok’ politikalarını zamana yayan, sündüren, fırsat kollayan, hiçbir şekilde gardını indirmeyen ve sürekli yumruk sallayan bir konumda. Devam edebilmek için her zamankinden daha fazla tehdit ve teröre ihtiyaç duyan, zora dayalı bir uzlaşıdan beslenen bu iktidarın; yönetme zorluğu ve istikrarsızlığını tespit ederek yol almak durumundayız. Faşist iktidar, hem imkansız görünen hem de olmaz denilen, aynı zamanda gerekli olan bir zorunlulukla hamlelerini sürdürecektir.

Diğer yandan faşist iktidar, kendi egemenliğine ve politikalarına rıza üretmekte giderek artan bir yetersizlik yaşıyor. Hegemonik çözülme ve yönetebilme kriziyle karşı karşıya. Yaşanan bütünlüklü krizler yalnızca işçi sınıfının ve halkların yaşam koşullarını kötüleştirmekle kalmadı, aynı zamanda egemen sınıfların istikrarının garantörü olan devlet ile kitleler arasındaki mutabakatın da parçalanmasına yol açtı. Devletin hem hegemonya hem de yapısal krizleri giderek derinleşmektedir.

Mart direnişinden 1 Mayıs’a bağlanan köprü

Mart direnişi; sömürülen, lanetlenen ve ezilenlerin mücadele tarihi ile bugününün kesişme noktasıdır. Her yenilgiden sonra mayalanan isyanın anda patlayışıdır. Bu; barikatların yıkıldığı o ana dek hayal kırıklıkları yaşayan, geri çekilen, yenilgiye uğrayan, sindirilen kitlelerin mücadeleler içerisinde biriken enerjisinin bir sonucudur. Ölümle yaşam arasındaki krizde debelenen kitleler; hiçbir garantisi olmayan, sonrasını düşünmeye fırsat bulamadan harekete geçmek zorunda kaldıkları bir savaşın tarafı olduklarını barikatlara yürüyerek fark ettiler. Gençliğin çaktığı kıvılcım yangına döndü ve direniş ülkeye yayıldı.

Yaşam ve barikatlar bizi bir kez daha sınıyor. Direniş deneyimimizi, fikirlerimizi, anlattıklarımızı ve devrimci pratiğimizi test ediyor. Kitlelerin enerjisi, devrimcilerin ideolojik ve politik rotasıyla buluştu. Kitlelerin devrimci enerjisine inanmalıyız. Faşist iktidarın “aşılmaz” denilen barikatlarına, zorbalığına ve aslında olmayan kudretine bakarak değil; kitlelerin dinamizmine ve gücüne odaklanmalıyız. Bu öfke ve hareket gerçeğini yadsıdığımız anda irrasyonelliğe geri düşer, mücadeleden geri adım atmış oluruz.

Faşist iktidar ve egemen sınıflar, mücadelenin olasılıklar alanını daraltmayı hedefliyor. Mart direnişinden Taksim 1 Mayıs’ına, oradan Gezi direnişine uzanan coşkunun sürmesini engellemek istiyorlar. Yaşadığımız şimdinin içinde, kitlelerin ve devrimcilerin bu coşkun mücadelesini sönümlendirmek istiyorlar. Bu tarihsel anda, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması ısrarında bulunmamayı “izin verilmedi” gibi basit bir gerekçeyle kabullenmenin ve rotayı Kadıköy’e kırmanın hiçbir açıklaması olamaz.

Söyleyelim: İçinde yaşadığımız bu tarihsel an, iktidarın değil bizim zamanımızdır. İktidarın “yönetilebilir” sandığı bu zamanı kesintiye uğratacak, alt üst edecek bir zamansallık. İmkânsızı mümkün kılacak bir sıçrama anı. Özgürlük ve kurtuluş zamanımızı yaratma fırsatı. Mücadelenin ritmi, anın çatlaklarına, yankılarına, çelişkilerine ve kırılma noktalarına odaklanmalı. Bazen en küçük ihtimal bile mümkün ve gereklidir; Taksim işte bunun simgesidir!

Sınıf mücadelesinin kolektif hafızasına, bilincine, iradesine ve eylemesine dönüşmüş olandır Taksim. Geniş kitleler tarafından Taksim talebinin neden, ne için yükseltildiğini görmeli; kitlerin Taksim’i ne ile özdeşleştirdiğini, Taksim 1 Mayıs’ının onlarda neyi çağrıştırdığını kavramalıyız. Diğer türlüsü hem kitlelerin andaki dinamizmini bölmek, soğurmak hem de bu tarihsel anın üzerini kapatmak anlamına gelmektedir. Yaşadığımız an’a, deneyimlere ve direnişe bu denli yabancılaşamayız, ondan kaçamayız.

Taksim 1 Mayıs alanıdır!

1 Mayıs’ın bu tarihsel döneminde devrimci güçlerin, sınıf savaşının yeni mücadele düzlemi üzerinde yürüyeceği rota ve koordinat Taksim’dir. 1 Mayıs’ta Taksim’de ısrarın nedenlerine bakmak istiyorsak, hala içinde yaşıyor olduğumuz tarihsel deneyimin canlılığını ve isyanın aşkın sinerjisine sırt dönmemek yeterlidir.

1 Mayıs, içinde bulunduğumuz koşullarda, iktidarın izin parantezine sokularak karşılanabilecek bir mücadele günü hiç değildir. İçinde yaşadığımız zaman, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin AKP-MHP faşist iktidarının egemen hükmünden ayrılma-kopuş sürecini derinleştireceğimiz bir zamandır. Egemenleri huzursuz eden, uykularını kaçıran mücadelenin dinamiği; isyancı ve yaratıcı öfkenin aciliyetine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Kitlelerin öğretici ve örgütleyici gücünü devrimci bir sıçramaya dönüştürerek mücadeleyi yeniden konumlandırmak zorundayız. Şimdi, zamanımızın çelişkilerine ve bu çelişkilerin açtığı müdahale alanlarına odaklanmalıyız. Tarihi konjonktür ve stratejik müdahale anları içerisinde devrimci eylemi, kitlelerin gerisine düşerek değil onlarla birlikte bir adım öne sıçrayarak gerçekleştirebiliriz.

Bugün “1 Mayıs Taksim” şiarını, kaba saba nostaljik bir bağlanma, bir alan fetişizmi ile kitlelerin eyleminin sönümlenme adresi olarak görmek bir yanılgıdır. Bu yanılgı, tarihin bu anında mücadelenin geldiği düzeyden geriye doğru adım atmaktır.

Taksim, 1 Mayıs meydanı olarak kendiliğinden kazanılmadı. En kitlesel 1 Mayıslar; yıllarca süren Taksim iradesi ve inadı, devrimci ısrar, cüret ve eylemler sonucu kazanıldı. Taksim, sadece “yasak” ve çatışma denkleminden doğru kurarak yaklaşacağımız ya da onun içerisinden değerlendireceğimiz bir 1 Mayıs talebi değildir. Özgürleştirici yönüyle geçmişten geleceğe bağlanan sınıf savaşımının en haklı ve meşru talebidir.

1 Mayıs Taksim, aynı zamanda faşist Erdoğan iktidarı için Gezi direnişinin travmasını ayaklandırmıştır. Faşist iktidarın Gezi’yi itibarsızlaştırma ve kriminalize etme çabaları, iktidarın en derin korkularını ele verir. Taksim’i kazanmak; Gezi’yi yeniden kazanmaktır, direnişi kazanmaktır, Gezi’nin hesabını sormaktır. Taksim mücadelesi bu berraklıkla önümüzde duruyor.

İşçi sınıfının kendisi için sınıf olarak varoluş mücadelesinin adresidir Taksim. İşçi sınıfının sadece ekmeğe değil özgürlüğe olan ihtiyacının, bu sömürü düzenini alt edecek bir sınıf olarak kendisini kurma gerekliliğinin bir sonucudur bugün Taksim’de ısrarın adı.

Taksim, gençliğin Mart iradesinin ifadesidir. Gençlik; iktidarın egemenliğine, kudretine kastederek meydan okudu. Cüret ve cesaretle, sokaklardaki ve bilinçlerdeki barikatların üzerine yürüdü. Geleceksizlik, güvencesizlik cenderesinde intihara ve hiçliğe sürüklenen yaşamlarına karşı, kendi kaderlerini ellerine almak için ileri atıldı. Şimdi üniversitelerden, liselerden, işsizlik ve geleceksizlik cenderesine alınıp bir kağıt gibi buruşturulmuş hayatlarından taşarak 19 Mart direnişini büyüten gençlik, İstanbul’da 1 Mayıs, Taksim’dir diyor.

Taksim, iş cinayetlerinde, çocuk işçi katliamlarında, kadın kırımında, intiharlarda hikayeleri çalınmışların mücadele mevzisidir. Herkesin kendi hikayesini ve geleceğini yeniden kazanacağı yerdir.

Devrimci sorumluluk, devrimci öncülük ile kitlelerin kendiliğinden hareketini birbirinin karşısına koymamayı; bunları birbirine bağlayarak ileri fırlama cüretini gösterebilmeyi gerektirir. Devrimci süreç, hesaplı ve naif bir siyasi kayıtsızlıkla değil; işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, antifaşist güçlerin direnişlerinin ve mücadelelerinin iç içe geçerek yol almayı, direnişin odağına Taksim’i oturtmayı koşulluyor.

Yeni bir başlangıç karşımızdadır. Cüret edemeyenler, Taksim’e kurulan barikatların aşılacağını anlayamazlar. Barikatların aşılabileceğini görenleri ise Taksim orada bekliyor. Ve Taksim’in kazanılmasından sonra açılacak olan tarihin devrimci zamanlarını da… Tarihin çağrısı; Taksim’dir ve bu çağrıya yanıt verebilecek olanlar, fanilikten failliğe yürüme cüretini gösterebilenlerdir.

Bedreddin Rasih

Kaynak: Komün Gücü